FRANSA « GURBETÇİLER FR « GÜNCEL Fransa'da Türk, Türkiye'de Fransızlar

Fransa'da Türk, Türkiye'de Fransızlar

Fransa'da Türk, Türkiye'de Fransızlar

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
 
Administrator
Administrator
317
14-03-2011:14:57
#1




15 yıl Paris'te yaşayıp da kendi bölgelerinden çıkıp mesela Şanzelize'de bir kez bile yürümeyenler var. Kulaktan dolma bir bilgiyle ışıltının görkeminden, fiyatların yüksekliğinden dehşete kapılmış olabilirler ama seyr-i alem neşesini de yitirmişler.


Fransa'da görüştüğüm Türkleri mümkün olduğunca çeşitlendirmek istedim. Öğretim üyesi, işçi, esnaf, öğrenci, işadamı, ev hanımı, kamu görevlisi, gönüllü çalışanıyla her kesimi dinlemeye çalıştım. Daha çok inşaat sektöründe yoğunlaşılmış. Kaba işleri Türkler yapıyor, ince işleri Portekizliler. İkinci sektör gıda. Bakkal, döner büfesi şeklinde. Üçüncü olarak da konfeksiyon. Yeni yeni emlak ve turizm piyasasına açılıyorlar. İlk kuşakların Fransızcası, sonrakilerin Türkçesi iyi değil.

Fransa'da çifte vatandaşlık mümkün. Almanya'da değil; ya Alaman olacaksın ya Türk. Fransa'da genel anlamda göçmenlerden bahsediliyor. Ama Almanya'da göçmenlerden çok Türklerden söz ediliyor. Göçmen denildiğinde birilerini özel bir muameleye tabi tutmuyorsunuz. Göçmen tanımı daha geniş. Türk deyince tanımı daraltıp boğucu hale getiriyorsunuz. Böylece o topluluğu zaman içerisinde kendinize muhalif etme olasılığınız artıyor. Aksi de mümkün tabii. Size ne kadar saldırırlarsa siz o kadar içinize kapanıyorsunuz. Toplumla bütünleşemiyor, yalnızlaşıyorsunuz. Fransa'daki geçmişleri 30 yıla yaklaşan Türklerden "göçmen" tanımlamasına itiraz etmelerini, "biz Türk asıllı Fransız'ız" demelerini beklerdim. Fakat konuştuğum insanların çok azı bunu söyleyebildi.

Kimlik bunalımlarının Almanya'daki hemşehrilerine oranla daha derin olduğunu, onların en az 15-20 yıl gerisinde yaşadıklarını gördüm. Fakat Almanya ve Belçika'da yaşayan Türkler de hâlâ "kurban" psikolojisinden kurtulamamışlar. Hiç değilse onlar bunca yıl sonra "İki tarafa da ait değiliz, bir hiçiz" demek yerine "İki tarafa da aitiz, biz çok kültürlüyüz" diyebilmeliydi. Fransa'daki Türkler Türklüğe sarılıyorlar ama çoğu Türkiye ile ilgili bilgilerini güncellememiş, 20 yıl öncesinin düşünce kalıplarıyla değerlendiriyorlar. Seyredilen onca Türk kanalına rağmen bunun nasıl mümkün olabildiğine inanamadım.

15 yıl Paris'te yaşayıp da kendi bölgelerinden çıkıp mesela Şanzelize'de bir kez bile yürümeyenler var. Kulaktan dolma bir bilgiyle ışıltının görkeminden, fiyatların yüksekliğinden dehşete kapılmış olabilirler ama seyr-i alem neşesini de yitirmişler. Lui Vuitton'un vitrinine içine düşecekmiş gibi yapışmış Fransızlara bakıp eğlenebilirlerdi. Bir palto 2 bin 800, bir pabuç 380, bir ceket bin 300, bir etek 800 Euro'ya da satılsa, iç geçirmeden, 'kahretsin' demeden, hırsın, sahip olma duygusunun kelepçelerini takmadan; biraz rengin, stilin, kompozisyonun, uyumun, inceliğin zevkine varsalar.

Türklerin Afrikalı göçmenler gibi bir sömürge geçmişlerinin olmayışı belki isyanlara doğrudan karışmalarını engelliyor; ama onlar da diğerleri gibi içten içe yanıyor. Hangi isyan daha tehlikeli, dışarı vurulan mı, vurulmayan mı? Birçok mahallede halk; okul, spor salonu gibi mekanların koruyuculuğunu kendileri üstlenmiş. Türkler, yakıp yıkmaya katılmayışlarını aile kontrolüne bağlıyor ama aynı aile kontrolü başka sorunlara yol açıyor. Gençlerin özellikle kadınların sosyalize olma imkanlarını kısıtlıyor. Bir yandan "gavurlaşmak" bir yandan da "Arap zannedilmek" korkusunun kıskacı altındalar. Birincisi kimlikle, ikincisi güvenlikle ilgili.

Güvenliğin dışında en büyük korku işsizlik. Herkes denizin bittiğinin farkında. Küresel ekonomi yüzünden para akışı takip edilemiyor. Artık proje bazında çalışıyor insanlar. İşler kalıcı olmayınca evler, mekanlar, ilişkiler, duygular her şey yüzüyor. Yani tam toplumla bütünleşme gereğinin anlaşıldığı bir dönemde gelecek korkusu bu bilinci kırıyor ve yeniden içe dönüş eğilimini kışkırtıyor. Yaşadıkları ülkede kalıcı olduklarını nihayet anlayıp bunun şokunu üzerlerinden atamayanlar da var. İşlerini kuranlar, düzenlerini oturtanlar da var tabii ama onlar da geleceklerinden endişeli. Bir sıkışmışlık duygusu içindeler, ne ileri ne geri... Keşke içlerinde Almanya'daki gibi politikaya ilgi duyanlar olsaydı, keşke hiç değilse yerel yönetimlerde temsilcileri bulunsaydı.


İthal gelin-damat sorunu derin bir yara



Ayşe Turhan. Fransa'da doğup büyümüş. Ailesinin desteğiyle iki yıl hukuk ve muhasebe okumuş, sonra dil ve edebiyat bölümüne geçmiş. Çalıştığı büroda, boşanan ya da boşanmak isteyen, şiddet gören, devlet daireleri ile problemleri olan Türklere hizmet veriyor. Altı yaşından beri Fransa'da büyüyen hukukçu bir Türk'le evli, bir çocuk annesi. "Türk kimliğim silinemez ama burada yetiştiğim için kendimi biraz Fransız hissediyorum. Bunu Türkiye'de yetişmiş kuzenlerime baktığımda daha iyi görüyorum ama yüzde yüz Fransız değilim tabii." diyor. Türklerin karşılaştığı problemleri şöyle özetliyor:

Aileler Türkiye'deki kızlar ve delikanlılar daha ahlaklı diye çocuklarına gelin ve damat getirtiyorlar. Uyum sağlanamıyor, oğlanlar Fransız kızlarla ilgilenmeye devam ediyor. Gelinler aman gözü açılmasın diye evlerde tecrit ediliyor, dil öğrenmelerine ehliyet almalarına, topluma karışmalarına izin verilmiyor. İthal gelin-damat sorunu çok derin bir yara. Sonu ölümle biten şiddet olayları var. Sekiz ay önce karısından ayrılan Samsunlu bir Türk, çocuğunun okulunun önünde hanımını öldürdü.

Kızlarına Türkiye'den damat getiren aileler de onlara iyilik yapmış olmuyor. Bu damatların Türk olmaktan başka hiçbir özellikleri yok. Fransa'da yaşayan kızlar hem Türk kültürünü alıyorlar, hem Fransız kültürünü. Türkiye'den gelen erkek buraya kolay kolay uyum sağlayamıyor. Kişilikleri eziliyor. İki taraf da kurban edilmiş oluyor.

Kadınlarımız gerçekten kötü durumda. Burada yetişen genç kızlar baskılara karşı belirli bir limit koymayı biliyor. Ama Türkiye'den gelenlerde aile desteği yok. Bilmedikleri bir sistem ile karşı karşıyalar. Yasal haklarını bilmiyorlar. Kocalarının her sözlerine güveniyorlar. Kocaları da onların kendilerine güvenini yiyip bitiriyor, onları çaresiz duruma getiriyor. Sen yapamazsın, sen anlamazsın, boşanırsan çocuklar benim olur. Çalışmıyorsun, hiçbir gelirin yok, ben nasılsam öyle kabul et, bensiz nefes alamazsın, diye tehdit ediyorlar. Halbuki bu kadınlara yönelik destekleyici yasalar var. Fakat dil bilmedikleri için tamamen bağımlı oluyorlar beylere. Kocaları ve kayınvalideleri dil öğrenmelerine izin vermiyor. Mesela bir bayanla tanıştım. Dört yıl oluyor Türkiye'den geleli. Kocasıyla anlaşamadığını, şiddet gördüğünü, kayınvalidesiyle birlikte yaşadığını söyledi. Aile desteği yok. Bir de kim ne diyecek, milletin ağzına sakız olmayalım, dedikodu yapılmasın, ben babasız yetiştim, çocuklarım boynu bükük kalmasınlar diye çaba sarf eden bir bayan...

Erkeklerin problemlerine gelince; Türkiye'den geliyorlar, oturma kartı alır almaz yuvayı bırakmaya kalkıyorlar. Başka bayanlar ile tanışıyorlar. Mesela bir bayan tanıyorum. Kendisi dört yıl nişanlı kalıyor. Evleneceği tarihte de adam "Ben seninle niye evleniyorum zannediyorsun? Güzel değilsin, çirkinsin. Benim hedefim oturma kartını elde etmek. Kartı alıncaya kadar sabredeceğim sana." diyor. İşte bu gibi kadınlara yardımcı oluyorum. Yasal yönden haklarınız şunlar diyorum: Kocanız sorumlu bir insan değilse, mutsuzsanız, çocuklarınızla ilgilenmiyorsa, o kişiyle kalmanın ne anlamı var? Ayaklarınızın üzerinde durmayı öğrenin. Dile ve meslek eğitimine başlayın. Herkese açık, bazıları bedava, devlet ödüyor ücretini.

Türkiye'de yetişen çocukla burada yetişen çocuk bir değil. Burada Fransız sistemine ayak uydurarak yetişiyorlar. Bizim Türk geleneğimiz ve Türk kültürümüz var. Bunu gençlere vermek zor oluyor. Çocuğumuzu günde en fazla iki-üç saat görüyoruz. O da onunla bir şeyler paylaşırsak. Çocuk her gün okulda oluyor, Fransızlarla birlikte bulunuyor. Onların kültürlerine, örf ve âdetlerine göre hareket etmeye çalışıyor.

Annelerimizin, babalarımızın Türkiye'ye dönme düşünceleri var. Zaten yatırımlarını oraya yapıyorlar. Ama bizim neslin gideceğini tahmin etmiyorum. Mesela ben buradaki sisteme alıştım, yasaları biliyorum. Dayanabileceğim, destek alacağım kurumları tanıyorum. Devlet dairelerinin nasıl çalıştığını biliyorum. Eşim burada yetişmiş, bana her konuda yardımcı olur. Kısıtlanmam yok. Türkiye'ye dönmek istemem. Tabii ki tek dileğim, çocuklarımızın Türk olduklarını unutmamaları. Oğlumun Türk arkadaşlarının da olmasını teşvik ediyorum. Oğlum 7 yaşında. Fransız'ım; ama kökenim Türk diyor. Türkiye'ye gitmeye çok heves ediyor.


STRASBOURG NOTLARI

Strasbourg'daki Türklerin telaffuzlarında sorun yok ama anadillerinde kendilerini tam ifade edemiyorlar.

Kendilerini okulda Fransız, evde Türk ve Fransa'da Türk, Türkiye'de Fransız hissediyorlar.

Fransa doğumlu gençler, gelecekte kendi çocuklarının ve torunlarının kendilerini ne kadar Türk, ne kadar Fransız hissedeceklerini kestiremiyorlar.

Fransa'da doğup büyüyen kızların çoğu "16 yaşına geleyim de okulu bırakayım. Türkiye'den gelen biriyle evleneyim" diye düşünüyor. Ailelerine direnerek üniversite eğitimine devam etmek isteyenler azınlıkta.

Ayrımcılığı en çok iş ararken hissediyorlar. Eğer Fransa doğumluysanız eğitim imkanları var ama iş imkanları kısıtlı. Okulların kapısı açık, işyerlerinin kapısı kapalı. Birçok işyeri fotoğraflı başvuru istiyor. Başvurulara gelen cevapta genellikle şöyle yanıtlar alınıyor: Özgeçmişinize göz attık. Çok güzel şeyler yapmışsınız. Ancak bizim kriterlerimize uymuyorsunuz."

Eğer bir kamu kuruluşunda çalışacaksa, bu isterse demiryollarında çakıl taşı dökme işi olsun Fransız vatandaşı olma şartı aranıyor. Ama Almanya'da, kamuda Alman vatandaşı olmayan biri de istihdam edilebiliyor.

Administrator
14-03-2011:14:57 #1





15 yıl Paris'te yaşayıp da kendi bölgelerinden çıkıp mesela Şanzelize'de bir kez bile yürümeyenler var. Kulaktan dolma bir bilgiyle ışıltının görkeminden, fiyatların yüksekliğinden dehşete kapılmış olabilirler ama seyr-i alem neşesini de yitirmişler.


Fransa'da görüştüğüm Türkleri mümkün olduğunca çeşitlendirmek istedim. Öğretim üyesi, işçi, esnaf, öğrenci, işadamı, ev hanımı, kamu görevlisi, gönüllü çalışanıyla her kesimi dinlemeye çalıştım. Daha çok inşaat sektöründe yoğunlaşılmış. Kaba işleri Türkler yapıyor, ince işleri Portekizliler. İkinci sektör gıda. Bakkal, döner büfesi şeklinde. Üçüncü olarak da konfeksiyon. Yeni yeni emlak ve turizm piyasasına açılıyorlar. İlk kuşakların Fransızcası, sonrakilerin Türkçesi iyi değil.

Fransa'da çifte vatandaşlık mümkün. Almanya'da değil; ya Alaman olacaksın ya Türk. Fransa'da genel anlamda göçmenlerden bahsediliyor. Ama Almanya'da göçmenlerden çok Türklerden söz ediliyor. Göçmen denildiğinde birilerini özel bir muameleye tabi tutmuyorsunuz. Göçmen tanımı daha geniş. Türk deyince tanımı daraltıp boğucu hale getiriyorsunuz. Böylece o topluluğu zaman içerisinde kendinize muhalif etme olasılığınız artıyor. Aksi de mümkün tabii. Size ne kadar saldırırlarsa siz o kadar içinize kapanıyorsunuz. Toplumla bütünleşemiyor, yalnızlaşıyorsunuz. Fransa'daki geçmişleri 30 yıla yaklaşan Türklerden "göçmen" tanımlamasına itiraz etmelerini, "biz Türk asıllı Fransız'ız" demelerini beklerdim. Fakat konuştuğum insanların çok azı bunu söyleyebildi.

Kimlik bunalımlarının Almanya'daki hemşehrilerine oranla daha derin olduğunu, onların en az 15-20 yıl gerisinde yaşadıklarını gördüm. Fakat Almanya ve Belçika'da yaşayan Türkler de hâlâ "kurban" psikolojisinden kurtulamamışlar. Hiç değilse onlar bunca yıl sonra "İki tarafa da ait değiliz, bir hiçiz" demek yerine "İki tarafa da aitiz, biz çok kültürlüyüz" diyebilmeliydi. Fransa'daki Türkler Türklüğe sarılıyorlar ama çoğu Türkiye ile ilgili bilgilerini güncellememiş, 20 yıl öncesinin düşünce kalıplarıyla değerlendiriyorlar. Seyredilen onca Türk kanalına rağmen bunun nasıl mümkün olabildiğine inanamadım.

15 yıl Paris'te yaşayıp da kendi bölgelerinden çıkıp mesela Şanzelize'de bir kez bile yürümeyenler var. Kulaktan dolma bir bilgiyle ışıltının görkeminden, fiyatların yüksekliğinden dehşete kapılmış olabilirler ama seyr-i alem neşesini de yitirmişler. Lui Vuitton'un vitrinine içine düşecekmiş gibi yapışmış Fransızlara bakıp eğlenebilirlerdi. Bir palto 2 bin 800, bir pabuç 380, bir ceket bin 300, bir etek 800 Euro'ya da satılsa, iç geçirmeden, 'kahretsin' demeden, hırsın, sahip olma duygusunun kelepçelerini takmadan; biraz rengin, stilin, kompozisyonun, uyumun, inceliğin zevkine varsalar.

Türklerin Afrikalı göçmenler gibi bir sömürge geçmişlerinin olmayışı belki isyanlara doğrudan karışmalarını engelliyor; ama onlar da diğerleri gibi içten içe yanıyor. Hangi isyan daha tehlikeli, dışarı vurulan mı, vurulmayan mı? Birçok mahallede halk; okul, spor salonu gibi mekanların koruyuculuğunu kendileri üstlenmiş. Türkler, yakıp yıkmaya katılmayışlarını aile kontrolüne bağlıyor ama aynı aile kontrolü başka sorunlara yol açıyor. Gençlerin özellikle kadınların sosyalize olma imkanlarını kısıtlıyor. Bir yandan "gavurlaşmak" bir yandan da "Arap zannedilmek" korkusunun kıskacı altındalar. Birincisi kimlikle, ikincisi güvenlikle ilgili.

Güvenliğin dışında en büyük korku işsizlik. Herkes denizin bittiğinin farkında. Küresel ekonomi yüzünden para akışı takip edilemiyor. Artık proje bazında çalışıyor insanlar. İşler kalıcı olmayınca evler, mekanlar, ilişkiler, duygular her şey yüzüyor. Yani tam toplumla bütünleşme gereğinin anlaşıldığı bir dönemde gelecek korkusu bu bilinci kırıyor ve yeniden içe dönüş eğilimini kışkırtıyor. Yaşadıkları ülkede kalıcı olduklarını nihayet anlayıp bunun şokunu üzerlerinden atamayanlar da var. İşlerini kuranlar, düzenlerini oturtanlar da var tabii ama onlar da geleceklerinden endişeli. Bir sıkışmışlık duygusu içindeler, ne ileri ne geri... Keşke içlerinde Almanya'daki gibi politikaya ilgi duyanlar olsaydı, keşke hiç değilse yerel yönetimlerde temsilcileri bulunsaydı.


İthal gelin-damat sorunu derin bir yara



Ayşe Turhan. Fransa'da doğup büyümüş. Ailesinin desteğiyle iki yıl hukuk ve muhasebe okumuş, sonra dil ve edebiyat bölümüne geçmiş. Çalıştığı büroda, boşanan ya da boşanmak isteyen, şiddet gören, devlet daireleri ile problemleri olan Türklere hizmet veriyor. Altı yaşından beri Fransa'da büyüyen hukukçu bir Türk'le evli, bir çocuk annesi. "Türk kimliğim silinemez ama burada yetiştiğim için kendimi biraz Fransız hissediyorum. Bunu Türkiye'de yetişmiş kuzenlerime baktığımda daha iyi görüyorum ama yüzde yüz Fransız değilim tabii." diyor. Türklerin karşılaştığı problemleri şöyle özetliyor:

Aileler Türkiye'deki kızlar ve delikanlılar daha ahlaklı diye çocuklarına gelin ve damat getirtiyorlar. Uyum sağlanamıyor, oğlanlar Fransız kızlarla ilgilenmeye devam ediyor. Gelinler aman gözü açılmasın diye evlerde tecrit ediliyor, dil öğrenmelerine ehliyet almalarına, topluma karışmalarına izin verilmiyor. İthal gelin-damat sorunu çok derin bir yara. Sonu ölümle biten şiddet olayları var. Sekiz ay önce karısından ayrılan Samsunlu bir Türk, çocuğunun okulunun önünde hanımını öldürdü.

Kızlarına Türkiye'den damat getiren aileler de onlara iyilik yapmış olmuyor. Bu damatların Türk olmaktan başka hiçbir özellikleri yok. Fransa'da yaşayan kızlar hem Türk kültürünü alıyorlar, hem Fransız kültürünü. Türkiye'den gelen erkek buraya kolay kolay uyum sağlayamıyor. Kişilikleri eziliyor. İki taraf da kurban edilmiş oluyor.

Kadınlarımız gerçekten kötü durumda. Burada yetişen genç kızlar baskılara karşı belirli bir limit koymayı biliyor. Ama Türkiye'den gelenlerde aile desteği yok. Bilmedikleri bir sistem ile karşı karşıyalar. Yasal haklarını bilmiyorlar. Kocalarının her sözlerine güveniyorlar. Kocaları da onların kendilerine güvenini yiyip bitiriyor, onları çaresiz duruma getiriyor. Sen yapamazsın, sen anlamazsın, boşanırsan çocuklar benim olur. Çalışmıyorsun, hiçbir gelirin yok, ben nasılsam öyle kabul et, bensiz nefes alamazsın, diye tehdit ediyorlar. Halbuki bu kadınlara yönelik destekleyici yasalar var. Fakat dil bilmedikleri için tamamen bağımlı oluyorlar beylere. Kocaları ve kayınvalideleri dil öğrenmelerine izin vermiyor. Mesela bir bayanla tanıştım. Dört yıl oluyor Türkiye'den geleli. Kocasıyla anlaşamadığını, şiddet gördüğünü, kayınvalidesiyle birlikte yaşadığını söyledi. Aile desteği yok. Bir de kim ne diyecek, milletin ağzına sakız olmayalım, dedikodu yapılmasın, ben babasız yetiştim, çocuklarım boynu bükük kalmasınlar diye çaba sarf eden bir bayan...

Erkeklerin problemlerine gelince; Türkiye'den geliyorlar, oturma kartı alır almaz yuvayı bırakmaya kalkıyorlar. Başka bayanlar ile tanışıyorlar. Mesela bir bayan tanıyorum. Kendisi dört yıl nişanlı kalıyor. Evleneceği tarihte de adam "Ben seninle niye evleniyorum zannediyorsun? Güzel değilsin, çirkinsin. Benim hedefim oturma kartını elde etmek. Kartı alıncaya kadar sabredeceğim sana." diyor. İşte bu gibi kadınlara yardımcı oluyorum. Yasal yönden haklarınız şunlar diyorum: Kocanız sorumlu bir insan değilse, mutsuzsanız, çocuklarınızla ilgilenmiyorsa, o kişiyle kalmanın ne anlamı var? Ayaklarınızın üzerinde durmayı öğrenin. Dile ve meslek eğitimine başlayın. Herkese açık, bazıları bedava, devlet ödüyor ücretini.

Türkiye'de yetişen çocukla burada yetişen çocuk bir değil. Burada Fransız sistemine ayak uydurarak yetişiyorlar. Bizim Türk geleneğimiz ve Türk kültürümüz var. Bunu gençlere vermek zor oluyor. Çocuğumuzu günde en fazla iki-üç saat görüyoruz. O da onunla bir şeyler paylaşırsak. Çocuk her gün okulda oluyor, Fransızlarla birlikte bulunuyor. Onların kültürlerine, örf ve âdetlerine göre hareket etmeye çalışıyor.

Annelerimizin, babalarımızın Türkiye'ye dönme düşünceleri var. Zaten yatırımlarını oraya yapıyorlar. Ama bizim neslin gideceğini tahmin etmiyorum. Mesela ben buradaki sisteme alıştım, yasaları biliyorum. Dayanabileceğim, destek alacağım kurumları tanıyorum. Devlet dairelerinin nasıl çalıştığını biliyorum. Eşim burada yetişmiş, bana her konuda yardımcı olur. Kısıtlanmam yok. Türkiye'ye dönmek istemem. Tabii ki tek dileğim, çocuklarımızın Türk olduklarını unutmamaları. Oğlumun Türk arkadaşlarının da olmasını teşvik ediyorum. Oğlum 7 yaşında. Fransız'ım; ama kökenim Türk diyor. Türkiye'ye gitmeye çok heves ediyor.


STRASBOURG NOTLARI

Strasbourg'daki Türklerin telaffuzlarında sorun yok ama anadillerinde kendilerini tam ifade edemiyorlar.

Kendilerini okulda Fransız, evde Türk ve Fransa'da Türk, Türkiye'de Fransız hissediyorlar.

Fransa doğumlu gençler, gelecekte kendi çocuklarının ve torunlarının kendilerini ne kadar Türk, ne kadar Fransız hissedeceklerini kestiremiyorlar.

Fransa'da doğup büyüyen kızların çoğu "16 yaşına geleyim de okulu bırakayım. Türkiye'den gelen biriyle evleneyim" diye düşünüyor. Ailelerine direnerek üniversite eğitimine devam etmek isteyenler azınlıkta.

Ayrımcılığı en çok iş ararken hissediyorlar. Eğer Fransa doğumluysanız eğitim imkanları var ama iş imkanları kısıtlı. Okulların kapısı açık, işyerlerinin kapısı kapalı. Birçok işyeri fotoğraflı başvuru istiyor. Başvurulara gelen cevapta genellikle şöyle yanıtlar alınıyor: Özgeçmişinize göz attık. Çok güzel şeyler yapmışsınız. Ancak bizim kriterlerimize uymuyorsunuz."

Eğer bir kamu kuruluşunda çalışacaksa, bu isterse demiryollarında çakıl taşı dökme işi olsun Fransız vatandaşı olma şartı aranıyor. Ama Almanya'da, kamuda Alman vatandaşı olmayan biri de istihdam edilebiliyor.

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi