KÜLTÜR & TARİH & SANAT TARİH & KÜLTÜR TRANSATLANTİK KÖLE TİCARETİ VE HOLLANDA

TRANSATLANTİK KÖLE TİCARETİ VE HOLLANDA

TRANSATLANTİK KÖLE TİCARETİ VE HOLLANDA

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
 
erdem
Üye
17
07-05-2015:19:21
#1
Feodalizmin zayıflayıp, merkantilizmin belirdiği ve ulus devletlerin ortaya çıkmaya
başladığı dönemde, merkezileşmekte olan monarşiler, güçlenmek, prestij ve diplomatik
pazarlık güçlerini artırmak amacıyla zenginleşmek istemişler, bunun için de yeni üretim ve
ticaret olanakları araştırmaya başlamışlar, dış ticarette ihracatın ithalattan büyük olmasını ve
aradaki farkın altın-gümüş gibi değerli madenlerle karşılanmasını, bu yolla ülkede değerli
maden birikimini hedeflemişlerdir. Böylece, 15’inci yüzyılda kendini göstermeye başlayan bu
ticari devrim döneminde, Asya’nın baharat ve diğer değerli ürünlerine ulaşmak arayışları
başlamıştır.

Bu çaba, özellikle Osmanlıların 1453 yılında İstanbul’u almalarıyla daha da hız
kazanmıştır. Portekizlilerin Ümit Burnu’nu keşfi, İspanyolların 1492’de Batı Hint Adalarına
ulaşmaları, İngilizlerin 16’ıncı yüzyıl başlarında, Asya’ya kuzeybatı geçişi arama girişimlerini
bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Avrupa’nın Sahra Altı Afrika ile tanışması da bu
çabalar sırasında gerçekleşmiştir. Açık denizlere seyahat olanaklarının gelişmesinden
yararlanan Portekizlilerin, aslında Asya’ya ulaşmak için Afrika’nın batı kıyılarından aşağı
doğru çıktıkları yolculuklarda karşılaştıkları Afrikalı kölelerin, gelecek birkaç yüzyılda Batı
ekonomisinin belkemiğini oluşturacağını kimse düşünemezdi .

Portekizliler, Ümit Burnu’na kadar Afrika ile temaslarında, ticari devrimin önemli bir parçasını oluşturduğu
yolunda değerlendirmelere konu olan dört yüzyıldan fazla sürecek Transatlantik Köle
Ticaretinin ilk adımını atmışlardır. On beşinci yüzyıla kadar, Avrupa’nın ekonomi merkezini
Akdeniz oluşturuyorken, ekonomi alanının kısa sürede Atlantik’i de kapsar hale gelmesinde,
coğrafi keşifleri sağlayacak teknolojik gelişmeler kadar, köle ticareti de önemli bir rol
oynamıştır. Köle ticaretinde, Portekiz’i, eş zamanlı olarak İspanyollar, sonrasında
Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar ve diğer Avrupalılar izlemiştir.
Transatlantik Köle Ticareti, çok boyutlu bir inceleme alanına işaret etmektedir. Bu
çalışma kapsamında, söz konusu Ticarete, farklı boyutlarıyla genel bir bakış sunulacaktır.

2. GELENEKSEL AFRİKA KÖLE TİCARETİ:
Aslında köle ticareti bir kurum olarak, farklı nitelikte ve boyutlarda, dünyanın birçok
bölgesinde olduğu gibi Afrika kıtasında da, Avrupalıların kıtaya ulaşmasından önce de
yaygındır. Avrupalılar, 15’nci yüzyılda Batı Afrika’ya ulaştıklarında, kıtada yerleşik köle ticaret
ağlarıyla karşılaşmışlar, bu ağlardan faydalanmışlar, süreç içinde de yönlendirmişler ve
genişletmişlerdir Afrika’da, daha çok “mecburi hizmetkarlık” olarak tanımlanmaya uygun düşen kölelik,

gelenekler tarafından iyi düzenlenmiş bir sosyal kurum olarak dikkat çeker. Savaşlar
sırasında ele geçirilen esirler köle yapılabildiği gibi, yalnızca köle elde etmek için de akınlar
düzenlenebilirdi. Köle peşinde koşanlar, kurbanlarını, kendi kardeşleri veya kendi
topluluğundan birileri olarak değil, etnik, siyasi, dinsel, dilsel ve kültürel açılardan farklılıklar
taşıyan birer yabancı gibi görmekteydiler. Diğer taraftan, gelenekleri veya bir yasağı ihlal
etmiş veya suç kabul edilen bir eylemde bulunmuş veya borcunu ödememiş olanlar da köle
haline getirilebiliyordu. Ayrıca, aileler kıtlık dönemlerinde veya borçlarını ödemek için kendi
topluluğundan veya kendi ailesinden de birilerini satabiliyordu.

Savaşlar sırasında elde edilen çok sayıda esirin, yerleşim yerlerine yakın tutulmaları
sorunlara neden olabileceğinden, uzak bölgelere satılmaları, Afrika’da kölelik kurumunun
ortaya çıkışına ilişkin bir ipucu verir gibidir. Diğer taraftan, birçok Afrika topluluğunda, kölelik,
zenginlik üreten birkaç araçtan biri olmuştur. Afrika kıtasında, özel arazi mülkiyetinin olmadığı
sömürge öncesi dönemlerde, arazi, topluluğun ortak malıdır ve aileye tahsis edilen arazinin
büyüklüğü, arazide çalıştırabileceği işgücü sayısıyla belirlenmektedir. Üretimi artırmak için,
arazi payını artırmak zorunda olan ailenin, bunun için daha fazla işgücüne ihtiyacı vardır.
Bunun en kolay ve hızlı yolu da, köle sahibi olmaktır.

Geleneksel Afrika köleliğinde, köleler, bir mal gibi alınıp satılıyor olsa da, topluluğun
diğer üyeleriyle benzer koşullarda yaşama şansı bulabilirler. Topluluğun özgür üyelerinden
daha fazla iş yapmazlar, onlarla birlikte yemek yemeseler de, yedikleri yiyecekler, giyim ve
barınma şartları ve aile başkanının hane üzerinde sahip olduğu otorite açısından diğer
üyelerden büyük farklılıklar göstermezler. Evlenme hakkı gibi bazı hakları vardır ve çocukları
genelde özgürdür. Hatta bazı köleler, kendilerine ait kölelere sahip olabilirler ve bu köleleri
kendi ihtiyaçları için kullanabilirler.3 Halbuki Transatlantik Köle Ticareti sırasında Afrikalıların
köleleştirilmesi, ırkçılığın üretilmesinde kritik bir aşamayı oluşturacaktır. Diğer taraftan,
geleneksel Afrika köleliğinde, köleler büyük oranda, yiyecek ve mal üreterek veya prestij
kaynağı olarak, Afrikalı toplulukların kendisi için bir işleve sahipken, Amerika örevi üstlenmiştir.


Kölelik Avrupa’da da, Romalılar zamanından itibaren, ev hizmetlerinde ve yoğun
tarıma yönelik olarak, özellikle Avrupalıların Haçlı seferlerinde Müslümanlardan öğrendikleri
şeker kamışı üretimi için başvurulan bir kurum olmuştur. Veba salgınının ardından ise,
azalan iş gücünün takviyesine yönelik olarak, 14’üncü yüzyılın ortalarından itibaren kölelere
ihtiyaç artacaktır.5 Bu açıdan Afrika’dan Akdeniz yoluyla elde edilen köleler önem taşımıştır.
Kölelerin Afrika dışına satılışı; İslam’ın ortaya çıkışı ve Kuzey Afrika’da yayılmaya
başlamasıyla, Müslüman grupların hakimiyeti altında gerçekleştirilmiştir. Böylece, İslam’ın
doğduğu 7’inci yüzyıl ile Transatlantik Köle Ticaretinin ortaya çıkmaya başladığı 15’inci
yüzyıllar arasında, Müslümanların kontrolündeki Sahra (Kuzey Afrika’ya ve oradan da
Avrupa, Doğu Akdeniz, Anadolu, Arabistan, İran ve Hindistan’a) ve Hint Okyanusu (Arabistan
ve Hindistan’a) geçişli köle ticaretleri, Afrika ekonomisini besleyen bir işlev üstlenmiştir
Afrika’da kölelik uygulamasını benimseyen toplumlar, genellikle köle ticaretiyle
uğraşmışlar ve Müslüman tacirler aracılığıyla yürütülen ticaretin diğer ayağını
oluşturmuşlardır. Ticaret, 20’nci yüzyıla kadar devam etmişse de, 15’inci yüzyıldan itibaren
hacim ve nitelik açısından giderek Transatlantik Köle Ticaretinin gölgesinde kalmıştır. On
beşinci yüzyıldan itibaren hem Yeni Dünya’ya hem de Doğu’ya yönelik ticaretin kesişmesi,
köleliğin Afrika içinde yayılmasını artırmış, Afrikalı yönetici ve zengin elitler, kendi kullanımları
için olduğu kadar satmak için de gittikçe daha fazla köle araştırır olmuşlar, bu da Batı, Doğu
ve Orta Afrika’da köle akınlarını yaygınlaşmıştır. Böylece geniş Afrikalı kitleler için
köleleştirilme tehdidi, daha da yoğunlaşarak devam etmiştir.

Müslüman tacirler aracılığıyla kıta dışına yapılan köle ticaretiyle kıyaslandığında,
Transatlantik Köle Ticaretinde, Avrupalılar tarafından Amerikalara götürülen kölelerin, hem
yolculuk sırasında, hem de plantasyonlarda, çok ağır şartlara maruz kalmış olmaları önemli
bir ayrımdır. Bununla birlikte, Transatlantik Köle Ticaretini dikkate değer kılan belki de en
önemli unsuru boyutudur. 1440-1880 yılları arasında Batı ve Orta Afrika’dan, Avrupa ve
Amerika kıtasına, iradeleri dışında gönderilen insan sayısı göz önüne alındığında, köle
ihracatının bu derece yoğun bir başka örneği tarihte bulunmamaktadır. Bu dönemde,
Atlantik’i geçen köle sayısına ilişkin verilen rakamlar farklılık gösterebilmektedir. Yirmi
milyonu geçmemekle birlikte, 10 milyondan da az olmayan zorla göçe tabi kılınmış bir
nüfustan söz edilmektedir. Transatlantik Köle Ticareti boyunca, Afrika’dan ihraç edilen kölelerin
%5’inden azı 1600 yılından önce, yaklaşık %14’ü 1600-1700 yılları arasında ve yaklaşık
%75’i 1701-1810 yılları arasında Yeni Dünya’ya ulaşmıştır.

Köle Ticareti ve Hollanda:

Hollandalıların, 1568’de Habsburg İspanyası’na karşı isyan edinceye kadar
gerçekleştirdikleri faaliyetler, Atlantik’tekiler dahil, İspanya’nın bir parçası olarak
yürütülmüştür. İsyanla başlayan ve 80 yıl süren bağımsızlık savaşları sırasında, 1600
yıllarında, İspanya’ya karşı Amerika yerlilerinin desteğini almak fikri oluşmuş ve savaşın son
döneminde 1621’de kurulan ve 1623 yılında faaliyete geçen Flemenk Batı Hindistan Şirketi
(Dutch West Indian Company-WIC) vasıtasıyla, Atlantik’te oldukça saldırgan, hırslı ve etkili
hareket etmişlerdir. Anti-Habsburg bir karakter sahiplenen Flemenk Batı Hindistan Şirketi’nin
savaşı İspanya’nın yumuşak karnı olan İspanya Amerika’sına taşımış ve İspanyol ticareti
aleyhinde faaliyet göstermiş, böylece Hollandalılar yalnızca yirmi-otuz yılda, Kuzey ve
Güney Amerika, Karayipler ve Batı Afrika’ya ulaşan önemli ve karlı bir imparatorluk
kurmuşlardır. 1630 yılında Brezilya’nın kuzeyi Pernambuco bölgesini ele geçirmiş, yedi yıl
sonra Altın Sahili’nde Elmina’yı ele geçirmiş ve on beş yıl sonra da Angola’yı zapt
etmişlerdir. Hollanda rekabeti Portekizlileri zorlasa da, birkaç yıl içinde Angola’yı ve 1654
yılında da Brezilya’yı Hollandalılardan kurtarmışlardır. Nitekim, Flemenk imparatorluğu uzun
süreli olmamış, 1650’li yıllardan itibaren Avrupalı rakiplerinin saldırıları karşısında güç yitiren
Hollandalılar, koloni yönetimi ve emperyal hükümranlık amaçlarından uzaklaşarak, ticarete
ağırlık vermeye başlamışlardır. 1674 yılında Batı Hindistan Şirketi’nin dağılmasının
ardından, yerine kurulan yeni Flemenk Atlantik Şirketi, daha serbest bir ticaret teşkilatı ve
pazarlara daha fazla erişim olanaklarıyla, açık pazar yaklaşımını yansıtacak şekilde
oluşturulmuştur. On sekizinci yüzyıla gelindiğinde, Hollandalılar artık Atlantik İmparatorluğu’na dayanan bir güç olmaktan çıkarak, tüm egzotik dünya ile ilgilenen bir ticari güce dönüşmüşlerdir. Yine de, köle, altın ve fildişi ticaretini ve Karayipler (1634-48 yılları arasında koloniler oluşturduğu Curaçao, Aruba, Bonaire, Sint Eustatius, Saba, Sint Maarten’de) ile Vahşi Kıyı (Wild Coast)’daki  nispeten mütevazı kolonilerin idaresini içeren Afrika ticaretine devam etmişlerdir.

Esasen köle ticaretinin mali ve ticari yönleriyle daha çok ilgilenen Hollandalıların,
17’nci yüzyılda ilgileri kölelerden çok altına yönelmiştir. Altına dayalı Avrupa para ve mali
sisteminin dizginlerini ellerinde tutan Hollandalılar, Altın Sahili’ndeki Elmina’yı
Portekizlilerden ele geçirmenin sağladığı avantajla, 1637’den itibaren Altın Sahili’nden
yapılan altın ihracatında en büyük payı almışlardır. Gine kıyılarındaki
Hollandalılar, köle ticaretiyle ancak 18’nci yüzyılın ikinci on yılında ilgilenmeye
başlamışlardır. On altıncı ve 17’inci yüzyıllarda, Altın Sahili, 10’un üzerinde istasyon elde
eden ve 17’nci yüzyılın ikinci yarısında ve 18’inci yüzyılın ilk yarısında Köle Sahili (bugünkü
Togo, Benin ve Nijerya’nın batısı)’nde de ticaret noktaları oluşturan Hollandalılar, 1760’lara
gelindiğinde Köle Sahili ve Gambiya’daki, 1872’ye gelindiğinde de Altın Sahili’ndeki üslerin
tümünü kaybedecektir.

Hollandalıların güney Afrika’da oluşturdukları yerleşimler de, etkileri bugüne kadar
gelen önemli gelişmelerin alt yapısını oluşturmuştur. 1607-1608 yıllarında, Portekiz’i
Mozambik’ten çıkarma çabaları sonuç vermeyince, Hollandalılar gemileri için su ve erzak
sağlayacak başka liman arayışlarına girmişler, Mauritius adasını geçici olarak
işgal etmişler, ancak tatlı su olanağı sunan kıtanın güney ucundaki Masa Koyu’ndan (Cape
Town eteklerinde) daha fazla yararlanır olmuşlardır. Flemenk Doğu Hindistan Şirketi yetkilisi
Jan Van Riebeeck, şirketin kendisine talimatıyla 1652 yılında burada bir kale inşa etmiştir.
Amaç, Hollanda’dan Asya’ya, özellikle Endonezya’ya giden Hollanda gemilerine su ve erzak
sağlamak ve Avrupalı rakipleri ve yerel Khoi kabilesine karşı savunma yapabilmektir.

Başlangıçta, büyük ve küçük baş hayvanlar Khoi kabilesinden sağlanabiliyorsa da, tedarik
düzensiz olduğu ve Madagaskar’dan yapılan pirinç ithaline dayanmak zorunda kalındığı için, ticaret merkezinin kendi kendine yeterli olabilmesi arayışları çerçevesinde, 1658 yılında şirketin bazı çalışanları sözleşme dışına çıkarılarak “özgür çiftçiler” haline getirilmişlerdir. Bu eski şirket çalışanları beyaz Güney Afrika nüfusunun çekirdeğini oluşturmuş ve Boer

(Flamanca’da çiftçi) veya daha sonları Afrikaner (Flemenk, Alman, Fransız Protestanı, vb
Avrupalı grupların karışımı Hollandalı) olarak tanınmaya başlamışlardır. Koloni çevresinde
verimli topraklarda geniş çiftlikler kurulmuş, ortaya çıkan köle ihtiyacı, önce Dahomey’den
(Batı Afrika’da bugünkü Benin’in güneyinde) ve korsanlık yoluyla, sonrasında
Madagaskar’dan, Rio de la Goa (bugün Mozambik’in başkenti Mabuto)’daki ticaret üssünden,
Mozambik kıyılarından ve Asya (Hindistan ve Endonezya)’dan gelen gemilerin getirdiği
Asyalı kölelerle karşılanmaya çalışılmıştır. Zaman zaman yerli kabilelerle, arazi, otlaklar ve
sığır kaçırma olaylarıyla ilgili olarak anlaşmazlıklar ve kanlı çatışmalar yaşasalar da Boerler,
zaman içinde arazilerini genişletmişlerdir. Özellikle kolonin 1795 yılında İngiltere tarafından
ele geçirilmesi ve İngilizlerin 1815 yılında resmi olarak koloniye sahiplenmesi, İngiliz
kontrolünden kaçmak isteyen Boerleri, koloni sınırlarının dışına çıkarak özerk devletler
kurmaya zorlamıştır (Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Orange Devleti). 1803-1806 yılları
arasında kısa bir süre Hollanda’ya geri verilmekle birlikte, Cape Kolonisi (Cape Colony),
Güney Afrika Cumhuriyeti olarak biçimlendiği 1910 yılına kadar İngiliz kolonisi olarak devam
etmiştir.
erdem
07-05-2015:19:21 #1

Feodalizmin zayıflayıp, merkantilizmin belirdiği ve ulus devletlerin ortaya çıkmaya
başladığı dönemde, merkezileşmekte olan monarşiler, güçlenmek, prestij ve diplomatik
pazarlık güçlerini artırmak amacıyla zenginleşmek istemişler, bunun için de yeni üretim ve
ticaret olanakları araştırmaya başlamışlar, dış ticarette ihracatın ithalattan büyük olmasını ve
aradaki farkın altın-gümüş gibi değerli madenlerle karşılanmasını, bu yolla ülkede değerli
maden birikimini hedeflemişlerdir. Böylece, 15’inci yüzyılda kendini göstermeye başlayan bu
ticari devrim döneminde, Asya’nın baharat ve diğer değerli ürünlerine ulaşmak arayışları
başlamıştır.

Bu çaba, özellikle Osmanlıların 1453 yılında İstanbul’u almalarıyla daha da hız
kazanmıştır. Portekizlilerin Ümit Burnu’nu keşfi, İspanyolların 1492’de Batı Hint Adalarına
ulaşmaları, İngilizlerin 16’ıncı yüzyıl başlarında, Asya’ya kuzeybatı geçişi arama girişimlerini
bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Avrupa’nın Sahra Altı Afrika ile tanışması da bu
çabalar sırasında gerçekleşmiştir. Açık denizlere seyahat olanaklarının gelişmesinden
yararlanan Portekizlilerin, aslında Asya’ya ulaşmak için Afrika’nın batı kıyılarından aşağı
doğru çıktıkları yolculuklarda karşılaştıkları Afrikalı kölelerin, gelecek birkaç yüzyılda Batı
ekonomisinin belkemiğini oluşturacağını kimse düşünemezdi .

Portekizliler, Ümit Burnu’na kadar Afrika ile temaslarında, ticari devrimin önemli bir parçasını oluşturduğu
yolunda değerlendirmelere konu olan dört yüzyıldan fazla sürecek Transatlantik Köle
Ticaretinin ilk adımını atmışlardır. On beşinci yüzyıla kadar, Avrupa’nın ekonomi merkezini
Akdeniz oluşturuyorken, ekonomi alanının kısa sürede Atlantik’i de kapsar hale gelmesinde,
coğrafi keşifleri sağlayacak teknolojik gelişmeler kadar, köle ticareti de önemli bir rol
oynamıştır. Köle ticaretinde, Portekiz’i, eş zamanlı olarak İspanyollar, sonrasında
Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar ve diğer Avrupalılar izlemiştir.
Transatlantik Köle Ticareti, çok boyutlu bir inceleme alanına işaret etmektedir. Bu
çalışma kapsamında, söz konusu Ticarete, farklı boyutlarıyla genel bir bakış sunulacaktır.

2. GELENEKSEL AFRİKA KÖLE TİCARETİ:
Aslında köle ticareti bir kurum olarak, farklı nitelikte ve boyutlarda, dünyanın birçok
bölgesinde olduğu gibi Afrika kıtasında da, Avrupalıların kıtaya ulaşmasından önce de
yaygındır. Avrupalılar, 15’nci yüzyılda Batı Afrika’ya ulaştıklarında, kıtada yerleşik köle ticaret
ağlarıyla karşılaşmışlar, bu ağlardan faydalanmışlar, süreç içinde de yönlendirmişler ve
genişletmişlerdir Afrika’da, daha çok “mecburi hizmetkarlık” olarak tanımlanmaya uygun düşen kölelik,

gelenekler tarafından iyi düzenlenmiş bir sosyal kurum olarak dikkat çeker. Savaşlar
sırasında ele geçirilen esirler köle yapılabildiği gibi, yalnızca köle elde etmek için de akınlar
düzenlenebilirdi. Köle peşinde koşanlar, kurbanlarını, kendi kardeşleri veya kendi
topluluğundan birileri olarak değil, etnik, siyasi, dinsel, dilsel ve kültürel açılardan farklılıklar
taşıyan birer yabancı gibi görmekteydiler. Diğer taraftan, gelenekleri veya bir yasağı ihlal
etmiş veya suç kabul edilen bir eylemde bulunmuş veya borcunu ödememiş olanlar da köle
haline getirilebiliyordu. Ayrıca, aileler kıtlık dönemlerinde veya borçlarını ödemek için kendi
topluluğundan veya kendi ailesinden de birilerini satabiliyordu.

Savaşlar sırasında elde edilen çok sayıda esirin, yerleşim yerlerine yakın tutulmaları
sorunlara neden olabileceğinden, uzak bölgelere satılmaları, Afrika’da kölelik kurumunun
ortaya çıkışına ilişkin bir ipucu verir gibidir. Diğer taraftan, birçok Afrika topluluğunda, kölelik,
zenginlik üreten birkaç araçtan biri olmuştur. Afrika kıtasında, özel arazi mülkiyetinin olmadığı
sömürge öncesi dönemlerde, arazi, topluluğun ortak malıdır ve aileye tahsis edilen arazinin
büyüklüğü, arazide çalıştırabileceği işgücü sayısıyla belirlenmektedir. Üretimi artırmak için,
arazi payını artırmak zorunda olan ailenin, bunun için daha fazla işgücüne ihtiyacı vardır.
Bunun en kolay ve hızlı yolu da, köle sahibi olmaktır.

Geleneksel Afrika köleliğinde, köleler, bir mal gibi alınıp satılıyor olsa da, topluluğun
diğer üyeleriyle benzer koşullarda yaşama şansı bulabilirler. Topluluğun özgür üyelerinden
daha fazla iş yapmazlar, onlarla birlikte yemek yemeseler de, yedikleri yiyecekler, giyim ve
barınma şartları ve aile başkanının hane üzerinde sahip olduğu otorite açısından diğer
üyelerden büyük farklılıklar göstermezler. Evlenme hakkı gibi bazı hakları vardır ve çocukları
genelde özgürdür. Hatta bazı köleler, kendilerine ait kölelere sahip olabilirler ve bu köleleri
kendi ihtiyaçları için kullanabilirler.3 Halbuki Transatlantik Köle Ticareti sırasında Afrikalıların
köleleştirilmesi, ırkçılığın üretilmesinde kritik bir aşamayı oluşturacaktır. Diğer taraftan,
geleneksel Afrika köleliğinde, köleler büyük oranda, yiyecek ve mal üreterek veya prestij
kaynağı olarak, Afrikalı toplulukların kendisi için bir işleve sahipken, Amerika örevi üstlenmiştir.


Kölelik Avrupa’da da, Romalılar zamanından itibaren, ev hizmetlerinde ve yoğun
tarıma yönelik olarak, özellikle Avrupalıların Haçlı seferlerinde Müslümanlardan öğrendikleri
şeker kamışı üretimi için başvurulan bir kurum olmuştur. Veba salgınının ardından ise,
azalan iş gücünün takviyesine yönelik olarak, 14’üncü yüzyılın ortalarından itibaren kölelere
ihtiyaç artacaktır.5 Bu açıdan Afrika’dan Akdeniz yoluyla elde edilen köleler önem taşımıştır.
Kölelerin Afrika dışına satılışı; İslam’ın ortaya çıkışı ve Kuzey Afrika’da yayılmaya
başlamasıyla, Müslüman grupların hakimiyeti altında gerçekleştirilmiştir. Böylece, İslam’ın
doğduğu 7’inci yüzyıl ile Transatlantik Köle Ticaretinin ortaya çıkmaya başladığı 15’inci
yüzyıllar arasında, Müslümanların kontrolündeki Sahra (Kuzey Afrika’ya ve oradan da
Avrupa, Doğu Akdeniz, Anadolu, Arabistan, İran ve Hindistan’a) ve Hint Okyanusu (Arabistan
ve Hindistan’a) geçişli köle ticaretleri, Afrika ekonomisini besleyen bir işlev üstlenmiştir
Afrika’da kölelik uygulamasını benimseyen toplumlar, genellikle köle ticaretiyle
uğraşmışlar ve Müslüman tacirler aracılığıyla yürütülen ticaretin diğer ayağını
oluşturmuşlardır. Ticaret, 20’nci yüzyıla kadar devam etmişse de, 15’inci yüzyıldan itibaren
hacim ve nitelik açısından giderek Transatlantik Köle Ticaretinin gölgesinde kalmıştır. On
beşinci yüzyıldan itibaren hem Yeni Dünya’ya hem de Doğu’ya yönelik ticaretin kesişmesi,
köleliğin Afrika içinde yayılmasını artırmış, Afrikalı yönetici ve zengin elitler, kendi kullanımları
için olduğu kadar satmak için de gittikçe daha fazla köle araştırır olmuşlar, bu da Batı, Doğu
ve Orta Afrika’da köle akınlarını yaygınlaşmıştır. Böylece geniş Afrikalı kitleler için
köleleştirilme tehdidi, daha da yoğunlaşarak devam etmiştir.

Müslüman tacirler aracılığıyla kıta dışına yapılan köle ticaretiyle kıyaslandığında,
Transatlantik Köle Ticaretinde, Avrupalılar tarafından Amerikalara götürülen kölelerin, hem
yolculuk sırasında, hem de plantasyonlarda, çok ağır şartlara maruz kalmış olmaları önemli
bir ayrımdır. Bununla birlikte, Transatlantik Köle Ticaretini dikkate değer kılan belki de en
önemli unsuru boyutudur. 1440-1880 yılları arasında Batı ve Orta Afrika’dan, Avrupa ve
Amerika kıtasına, iradeleri dışında gönderilen insan sayısı göz önüne alındığında, köle
ihracatının bu derece yoğun bir başka örneği tarihte bulunmamaktadır. Bu dönemde,
Atlantik’i geçen köle sayısına ilişkin verilen rakamlar farklılık gösterebilmektedir. Yirmi
milyonu geçmemekle birlikte, 10 milyondan da az olmayan zorla göçe tabi kılınmış bir
nüfustan söz edilmektedir. Transatlantik Köle Ticareti boyunca, Afrika’dan ihraç edilen kölelerin
%5’inden azı 1600 yılından önce, yaklaşık %14’ü 1600-1700 yılları arasında ve yaklaşık
%75’i 1701-1810 yılları arasında Yeni Dünya’ya ulaşmıştır.

Köle Ticareti ve Hollanda:

Hollandalıların, 1568’de Habsburg İspanyası’na karşı isyan edinceye kadar
gerçekleştirdikleri faaliyetler, Atlantik’tekiler dahil, İspanya’nın bir parçası olarak
yürütülmüştür. İsyanla başlayan ve 80 yıl süren bağımsızlık savaşları sırasında, 1600
yıllarında, İspanya’ya karşı Amerika yerlilerinin desteğini almak fikri oluşmuş ve savaşın son
döneminde 1621’de kurulan ve 1623 yılında faaliyete geçen Flemenk Batı Hindistan Şirketi
(Dutch West Indian Company-WIC) vasıtasıyla, Atlantik’te oldukça saldırgan, hırslı ve etkili
hareket etmişlerdir. Anti-Habsburg bir karakter sahiplenen Flemenk Batı Hindistan Şirketi’nin
savaşı İspanya’nın yumuşak karnı olan İspanya Amerika’sına taşımış ve İspanyol ticareti
aleyhinde faaliyet göstermiş, böylece Hollandalılar yalnızca yirmi-otuz yılda, Kuzey ve
Güney Amerika, Karayipler ve Batı Afrika’ya ulaşan önemli ve karlı bir imparatorluk
kurmuşlardır. 1630 yılında Brezilya’nın kuzeyi Pernambuco bölgesini ele geçirmiş, yedi yıl
sonra Altın Sahili’nde Elmina’yı ele geçirmiş ve on beş yıl sonra da Angola’yı zapt
etmişlerdir. Hollanda rekabeti Portekizlileri zorlasa da, birkaç yıl içinde Angola’yı ve 1654
yılında da Brezilya’yı Hollandalılardan kurtarmışlardır. Nitekim, Flemenk imparatorluğu uzun
süreli olmamış, 1650’li yıllardan itibaren Avrupalı rakiplerinin saldırıları karşısında güç yitiren
Hollandalılar, koloni yönetimi ve emperyal hükümranlık amaçlarından uzaklaşarak, ticarete
ağırlık vermeye başlamışlardır. 1674 yılında Batı Hindistan Şirketi’nin dağılmasının
ardından, yerine kurulan yeni Flemenk Atlantik Şirketi, daha serbest bir ticaret teşkilatı ve
pazarlara daha fazla erişim olanaklarıyla, açık pazar yaklaşımını yansıtacak şekilde
oluşturulmuştur. On sekizinci yüzyıla gelindiğinde, Hollandalılar artık Atlantik İmparatorluğu’na dayanan bir güç olmaktan çıkarak, tüm egzotik dünya ile ilgilenen bir ticari güce dönüşmüşlerdir. Yine de, köle, altın ve fildişi ticaretini ve Karayipler (1634-48 yılları arasında koloniler oluşturduğu Curaçao, Aruba, Bonaire, Sint Eustatius, Saba, Sint Maarten’de) ile Vahşi Kıyı (Wild Coast)’daki  nispeten mütevazı kolonilerin idaresini içeren Afrika ticaretine devam etmişlerdir.

Esasen köle ticaretinin mali ve ticari yönleriyle daha çok ilgilenen Hollandalıların,
17’nci yüzyılda ilgileri kölelerden çok altına yönelmiştir. Altına dayalı Avrupa para ve mali
sisteminin dizginlerini ellerinde tutan Hollandalılar, Altın Sahili’ndeki Elmina’yı
Portekizlilerden ele geçirmenin sağladığı avantajla, 1637’den itibaren Altın Sahili’nden
yapılan altın ihracatında en büyük payı almışlardır. Gine kıyılarındaki
Hollandalılar, köle ticaretiyle ancak 18’nci yüzyılın ikinci on yılında ilgilenmeye
başlamışlardır. On altıncı ve 17’inci yüzyıllarda, Altın Sahili, 10’un üzerinde istasyon elde
eden ve 17’nci yüzyılın ikinci yarısında ve 18’inci yüzyılın ilk yarısında Köle Sahili (bugünkü
Togo, Benin ve Nijerya’nın batısı)’nde de ticaret noktaları oluşturan Hollandalılar, 1760’lara
gelindiğinde Köle Sahili ve Gambiya’daki, 1872’ye gelindiğinde de Altın Sahili’ndeki üslerin
tümünü kaybedecektir.

Hollandalıların güney Afrika’da oluşturdukları yerleşimler de, etkileri bugüne kadar
gelen önemli gelişmelerin alt yapısını oluşturmuştur. 1607-1608 yıllarında, Portekiz’i
Mozambik’ten çıkarma çabaları sonuç vermeyince, Hollandalılar gemileri için su ve erzak
sağlayacak başka liman arayışlarına girmişler, Mauritius adasını geçici olarak
işgal etmişler, ancak tatlı su olanağı sunan kıtanın güney ucundaki Masa Koyu’ndan (Cape
Town eteklerinde) daha fazla yararlanır olmuşlardır. Flemenk Doğu Hindistan Şirketi yetkilisi
Jan Van Riebeeck, şirketin kendisine talimatıyla 1652 yılında burada bir kale inşa etmiştir.
Amaç, Hollanda’dan Asya’ya, özellikle Endonezya’ya giden Hollanda gemilerine su ve erzak
sağlamak ve Avrupalı rakipleri ve yerel Khoi kabilesine karşı savunma yapabilmektir.

Başlangıçta, büyük ve küçük baş hayvanlar Khoi kabilesinden sağlanabiliyorsa da, tedarik
düzensiz olduğu ve Madagaskar’dan yapılan pirinç ithaline dayanmak zorunda kalındığı için, ticaret merkezinin kendi kendine yeterli olabilmesi arayışları çerçevesinde, 1658 yılında şirketin bazı çalışanları sözleşme dışına çıkarılarak “özgür çiftçiler” haline getirilmişlerdir. Bu eski şirket çalışanları beyaz Güney Afrika nüfusunun çekirdeğini oluşturmuş ve Boer

(Flamanca’da çiftçi) veya daha sonları Afrikaner (Flemenk, Alman, Fransız Protestanı, vb
Avrupalı grupların karışımı Hollandalı) olarak tanınmaya başlamışlardır. Koloni çevresinde
verimli topraklarda geniş çiftlikler kurulmuş, ortaya çıkan köle ihtiyacı, önce Dahomey’den
(Batı Afrika’da bugünkü Benin’in güneyinde) ve korsanlık yoluyla, sonrasında
Madagaskar’dan, Rio de la Goa (bugün Mozambik’in başkenti Mabuto)’daki ticaret üssünden,
Mozambik kıyılarından ve Asya (Hindistan ve Endonezya)’dan gelen gemilerin getirdiği
Asyalı kölelerle karşılanmaya çalışılmıştır. Zaman zaman yerli kabilelerle, arazi, otlaklar ve
sığır kaçırma olaylarıyla ilgili olarak anlaşmazlıklar ve kanlı çatışmalar yaşasalar da Boerler,
zaman içinde arazilerini genişletmişlerdir. Özellikle kolonin 1795 yılında İngiltere tarafından
ele geçirilmesi ve İngilizlerin 1815 yılında resmi olarak koloniye sahiplenmesi, İngiliz
kontrolünden kaçmak isteyen Boerleri, koloni sınırlarının dışına çıkarak özerk devletler
kurmaya zorlamıştır (Transvaal Cumhuriyeti ve Özgür Orange Devleti). 1803-1806 yılları
arasında kısa bir süre Hollanda’ya geri verilmekle birlikte, Cape Kolonisi (Cape Colony),
Güney Afrika Cumhuriyeti olarak biçimlendiği 1910 yılına kadar İngiliz kolonisi olarak devam
etmiştir.

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi