KONU ÖTESİ « ÖTEKİ KONULAR METAFİZİK ARAŞTIRMALAR ALLAH’A VERDİĞİ SÖZLERİ ADAKLARI YERİNE GETİRMEYENLERİN KEFARETLERİ:

ALLAH’A VERDİĞİ SÖZLERİ ADAKLARI YERİNE GETİRMEYENLERİN KEFARETLERİ:

ALLAH’A VERDİĞİ SÖZLERİ ADAKLARI YERİNE GETİRMEYENLERİN KEFARETLERİ:

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
 
138
02-03-2021:10:42
#1
[Resim: gS_VJQIivLHSwfKKhoCut-6Clzfs0MzOJSPn2Y4C...fffffff-nd]


ALLAH’A VERDİĞİ SÖZLERİ ADAKLARI YERİNE GETİRMEYEN / GETİRMEYEN / İMKANI OLMAYANLARIN YERİNE GETİRMESİ GEREKEN KEFARETLER:

ADAK VE YEMİN /  YEMİN VE KEFARETİ / YEMİN NE DEMEKTİR, DİNÎ HÜKMÜ NEDİR?
Sözlükte “kuvvet, sağ el” gibi anlamlara gelen yemin, dinî bir kavram olarak bir kimsenin Allah’ın ismini veya bir sıfatını zikrederek sözünü kuvvetlendirmesi demektir. Mesela “Vallahi (Allah’a yemin ederim ki) şu işi yapmam”, “Billahi (Allah’a yemin ederim ki) şu yere gitmeyeceğim” şeklindeki beyanlar böyledir. Yemin etmek aslında mubah bir davranış olmakla birlikte, gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık hâline getirmek doğru değildir.
 
Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, V, 470-471).
 
Kur’an-ı Kerim’de, verilen sözün yerine getirilmesi hakkında:
 
“YEMİNLERİNİZİ KORUYUNUZ (YERİNE GETİRİNİZ)” (Mâide, 5/89),
 
“ALLAH ADINA YAPTIĞINIZ AHİTLERİ YERİNE GETİRİN. ALLAH’I KEFİL TUTARAK KUVVETLENDİRDİKTEN SONRA YEMİNLERİNİZİ BOZMAYIN. ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH, YAPTIKLARINIZI BİLİR.” (Nahl, 16/91)
 
Bu itibarla bir müslümanın yemin etmemesi, yemin etmişse bu, verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demek olduğundan mutlaka yeminine bağlı kalması gerekir.
 
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 332-335
(DİYANET MÂİDE SURESİ 89. AYET TEFSİRİ)
 
“ALLAH, BOŞ BULUNARAK ETTİĞİNİZ YEMİNLERLE SİZİ SORUMLU TUTMAZ. AMA BİLE BİLE YAPTIĞINIZ YEMİNLERLE SİZİ SORUMLU TUTAR. BU DURUMDA YEMİNİN KEFFARETİ, AİLENİZE YEDİRDİĞİNİZİN ORTA HÂLLİSİNDEN ON YOKSULU DOYURMAK, YAHUT ONLARI GİYDİRMEK YA DA BİR KÖLE AZAT ETMEKTİR. KİM (BU İMKÂNI) BULAMAZSA, ONUN KEFFARETİ ÜÇ GÜN ORUÇ TUTMAKTIR. İŞTE YEMİN ETTİĞİNİZ VAKİT YEMİNLERİNİZİN KEFFARETİ BUDUR. YEMİNLERİNİZİ TUTUN. ALLAH, SİZE ÂYETLERİNİ İŞTE BÖYLE AÇIKLIYOR Kİ ŞÜKREDESİNİZ”.  (Mâide Suresi 89. Ayet Meali)
 
Üç çeşit yemin vardır:
1-Bile bile yalan yere yapılan yemin. Bunun keffareti yoktur. Çünkü bu büyük bir vebaldir, keffaretle temizlenmez. Tövbe ve istiğfar gerekir.
2- Yanlışlıkla, boş bulunarak yapılan yemin. Buna bir şey gerekmez.
3- Kişinin gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair ettiği yemin. Bu yeminin bozulması hâlinde keffaret gerekir. Âyet, bu keffaretin nasıl yerine getirileceğini açıklamaktadır.
 
Allah üzerine bilerek yemin eden bir kimse yeminini yerine getirmelidir. Eğer yeminle yapacağı iş haram ve kötü bir iş ise bu takdirde kötü işi yapmayacak, yemini bozacak ve keffâreti yerine getirecektir. Keffâret yeminden caymanın bedeli ve bağışlanma vasıtası olup âyette zikredilen ilk üç şeyden birini yapmakla yerine gelir. Bunlara gücü yetmeyen de üç gün oruç tutar.
 
Sözlükte yemin “sağ taraf, sağ el, güç, ahid, ant” gibi mânalara gelir. Dinî terim olarak yemin, bir kimsenin bir işi yapıp yapmayacağına dair sözünü veya bir konuda verdiği haberin doğruluğunu Allah’ın adını veya bir sıfatını anarak güçlendirmesini ifade eder. Kefâret (keffâret) ise “örtücü, gizleyici” anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak kefâret, kişinin dinen yapılmaması gereken bazı işleri yapması sebebiyle Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmak amacıyla yerine getirdiği, hem ibadet hem dinî ceza özelliği taşıyan bir onarma eylemini ifade eder.
 
Kişinin dinî hayatının yanı sıra yargılama hukukunda da bir ispat vasıtası olarak yeminin önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm de yeminin değeri ve sonuçları üzerinde önemle durulmuştur. Bunlardaki ana fikir şudur: Allah’ın adı kötü işlere vasıta kılınmamalıdır. Kasıtsız yapılan yeminlerden ötürü sorumluluk yoktur; kasıtlı olarak yapılan yeminlerde dinin yasakladığı bir iş söz konusu ise bozulmalı, böyle değilse yeminlere sadakat esas olmalı ve –hangi sebeple olursa olsun– yeminin bozulması halinde bağışlanmaya vesile olması için belirli bir kefâret ödenmelidir (yemin çeşitleri hakkında bilgi için bk. Bakara 2/224-225; Buhârî, “Eymân”, 1-33; “Keffârâtü’l-eymân”, 1-10; Müslim, “Eymân”, 1-59).
 
Kur’an’ın yemine çok önem vermiş olması, İslâm bilginlerini de bu konu üzerinde titizlikle durmaya sevketmiş, fakat zamanla bu ve benzeri meselelerdeki aşırı varsayımcı yaklaşımlar değişik hile yollarına sapma sonucunu doğurmuş, gerek teori düzeyinde gerekse pratik hayatta dinimizin amaçlarıyla asla bağdaşmayan düşünce ve eylemler dinin bir parçası gibi görülür hale gelmiştir. Oysa toplumu dinî konularda aydınlatmakla yükümlü olan kişiler şu hususları vurgulayarak insanları bilgilendirirlerse bu olumsuzluklar asgari düzeye indirilebilir:
 
a)Yemin çok ciddi bir beyandır; kasıtsız olarak yapılan yeminlerden ötürü Allah katında sorumluluk yoksa da bu konudaki yersiz ağız alışkanlığı yeminin ciddiyetini zedeler, şu halde olur olmaz durumlarda yemin sözcüklerini telaffuz etmekten kaçınılmalıdır.
 
b) Yalan yere yemin etmenin sorumluluğu çok ağırdır (İmam Şâfiî’ye göre bu tür yemin için de kefaret ödenmelidir).
 
c) Bir işi yapıp yapmamakla ilgili olarak yemin edilmişse, buna olabildiğince sadakat gösterilmeli, fakat bundan dinin onaylamadığı bir sonuç doğuyorsa yemin bozulmalıdır.
 
d) Bozulan yeminden ötürü bu âyette açıklandığı biçimde kefâret ödenmelidir.
 
e) Yemin ifadelerinden lafızcı yorumlarla zorlanmış sonuçlar çıkarmaya çalışılmamalı, bu konuda niyetin esas olduğuna dikkat edilmelidir.
 
Ayette “Bunun da kefâreti ailenize yedirdiğinizin ortalama seviyesinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç tutmalıdır” buyurularak yemini bozmanın kefâreti iki ihtimale göre düzenlenmiştir.
 
Birinci ihtimal belirli bir maddî güce sahip olanlarla ilgili olup burada fıkıh usulü bilginlerinin “muhayyer vâcip” adını verdikleri bir görev türü söz konusudur. İslâm’da yapılması zorunlu olan görevler (vâcip, farz) genellikle tek tip olarak belirlenmiş olup buna da “muayyen vâcip” denir. Fakat muhtemelen, insan idare ve eğitiminde determinist bir anlayışın hâkim kılınmaması ve göreve muhatap olan çevredeki düzeni ihlâl etmeyen durumlarda yükümlüye seçim imkânı verilmesi gerektiğine dikkat çekilmek üzere, dinen yapılması zorunlu bazı işlerde bile yükümlüye seçim hakkı tanınmıştır. Burada bu tür bir görev örneği yer almaktadır:
 
Maddî imkâna sahip olan yükümlü, on fakiri doyurma, on fakiri giydirme, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturma seçeneklerinden birini yerine getirerek görevini yapmış sayılacaktır. Kişi bu görevini fakirleri doyurmak suretiyle yerine getirmek isterse, İmam Mâlik ve İmam Şâfiî’ye göre, doyurulacak fakirlerin on kişiden az olmaması, ayrıca bunların hür ve müslüman olmaları gerekir; Ebû Hanîfe’ye göre ise bir fakirin on gün sabah akşam doyurulmasıyla da ödev yerine getirilmiş olur, ayrıca bunların hür ve müslüman olmaları da şart değildir.
 
Âyette geçen evsat kelimesini “en iyisi” şeklinde anlayanlar olmuşsa da genel kanaat bunun “ortalama seviye” anlamında olduğu yönündedir. Buna göre kefârette, kısıntılı harcama yapılan zamanların ya da bayram vb. özel günlerin değil normal günlerin harcamaları esas alınacaktır. Âyette verilen ölçü Hz. Peygamber’in ve sahâbenin uygulamaları ışığında değerlendirilerek yemek ve giysinin kalitesi ve miktarı hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır. Bunlarda hâkim olan ortak düşünceyi şöyle ifade etmek mümkündür:
 
Miktar ve kalite, kefâreti ödeyecek olanın ekonomik düzeyine ve ailesi için yaptığı harcamaların orta derecesine göre toplumun o günkü hayat standartları dikkate alınarak belirlenmelidir. Buna göre, fakirleri doyurma seçeneğini esas alarak nakit ödeme yapmak isteyen bir kimse, yalnız yaşıyorsa kendisinin bir aylık gıda masrafını otuza böldüğünde çıkan miktarı, aile ortamında yaşıyorsa ailenin bir aylık gıda masrafını otuz güne, bunu da aile bireylerinin sayısına böldüğünde çıkan miktarı on ile çarpar; bu meblağı on fakire kefâret niyetiyle dağıtır. Ebû Hanîfe’nin yukarıda açıklanan görüşü doğrultusunda bu meblağın bir veya birkaç fakire verilmesi de mümkündür.
 
Yemin kefareti görevinin ifasında ikinci ihtimal yükümlünün daha önce sayılan seçeneklerden hiçbirine güç yetirememesidir, bu durumda tek tip bir görevle (muayyen vacip) karşı karşıyadır: Üç gün oruç tutma. Hanefî ve Hanbelîler’e göre bu orucun ardarda olması gerekir; Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise aralıklı olarak tutulması da mümkündür.
 
Doğrusunu ALLAH Daha İyi Bilir.
 
EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULUHU.
 
RABBİ ZİDNİ İLMEN VE İMANEN VE ELHIKNİ BİSSALİHİN.
DoğaötesiAraştırman
02-03-2021:10:42 #1

[Resim: gS_VJQIivLHSwfKKhoCut-6Clzfs0MzOJSPn2Y4C...fffffff-nd]


ALLAH’A VERDİĞİ SÖZLERİ ADAKLARI YERİNE GETİRMEYEN / GETİRMEYEN / İMKANI OLMAYANLARIN YERİNE GETİRMESİ GEREKEN KEFARETLER:

ADAK VE YEMİN /  YEMİN VE KEFARETİ / YEMİN NE DEMEKTİR, DİNÎ HÜKMÜ NEDİR?
Sözlükte “kuvvet, sağ el” gibi anlamlara gelen yemin, dinî bir kavram olarak bir kimsenin Allah’ın ismini veya bir sıfatını zikrederek sözünü kuvvetlendirmesi demektir. Mesela “Vallahi (Allah’a yemin ederim ki) şu işi yapmam”, “Billahi (Allah’a yemin ederim ki) şu yere gitmeyeceğim” şeklindeki beyanlar böyledir. Yemin etmek aslında mubah bir davranış olmakla birlikte, gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık hâline getirmek doğru değildir.
 
Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, V, 470-471).
 
Kur’an-ı Kerim’de, verilen sözün yerine getirilmesi hakkında:
 
“YEMİNLERİNİZİ KORUYUNUZ (YERİNE GETİRİNİZ)” (Mâide, 5/89),
 
“ALLAH ADINA YAPTIĞINIZ AHİTLERİ YERİNE GETİRİN. ALLAH’I KEFİL TUTARAK KUVVETLENDİRDİKTEN SONRA YEMİNLERİNİZİ BOZMAYIN. ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH, YAPTIKLARINIZI BİLİR.” (Nahl, 16/91)
 
Bu itibarla bir müslümanın yemin etmemesi, yemin etmişse bu, verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demek olduğundan mutlaka yeminine bağlı kalması gerekir.
 
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 332-335
(DİYANET MÂİDE SURESİ 89. AYET TEFSİRİ)
 
“ALLAH, BOŞ BULUNARAK ETTİĞİNİZ YEMİNLERLE SİZİ SORUMLU TUTMAZ. AMA BİLE BİLE YAPTIĞINIZ YEMİNLERLE SİZİ SORUMLU TUTAR. BU DURUMDA YEMİNİN KEFFARETİ, AİLENİZE YEDİRDİĞİNİZİN ORTA HÂLLİSİNDEN ON YOKSULU DOYURMAK, YAHUT ONLARI GİYDİRMEK YA DA BİR KÖLE AZAT ETMEKTİR. KİM (BU İMKÂNI) BULAMAZSA, ONUN KEFFARETİ ÜÇ GÜN ORUÇ TUTMAKTIR. İŞTE YEMİN ETTİĞİNİZ VAKİT YEMİNLERİNİZİN KEFFARETİ BUDUR. YEMİNLERİNİZİ TUTUN. ALLAH, SİZE ÂYETLERİNİ İŞTE BÖYLE AÇIKLIYOR Kİ ŞÜKREDESİNİZ”.  (Mâide Suresi 89. Ayet Meali)
 
Üç çeşit yemin vardır:
1-Bile bile yalan yere yapılan yemin. Bunun keffareti yoktur. Çünkü bu büyük bir vebaldir, keffaretle temizlenmez. Tövbe ve istiğfar gerekir.
2- Yanlışlıkla, boş bulunarak yapılan yemin. Buna bir şey gerekmez.
3- Kişinin gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair ettiği yemin. Bu yeminin bozulması hâlinde keffaret gerekir. Âyet, bu keffaretin nasıl yerine getirileceğini açıklamaktadır.
 
Allah üzerine bilerek yemin eden bir kimse yeminini yerine getirmelidir. Eğer yeminle yapacağı iş haram ve kötü bir iş ise bu takdirde kötü işi yapmayacak, yemini bozacak ve keffâreti yerine getirecektir. Keffâret yeminden caymanın bedeli ve bağışlanma vasıtası olup âyette zikredilen ilk üç şeyden birini yapmakla yerine gelir. Bunlara gücü yetmeyen de üç gün oruç tutar.
 
Sözlükte yemin “sağ taraf, sağ el, güç, ahid, ant” gibi mânalara gelir. Dinî terim olarak yemin, bir kimsenin bir işi yapıp yapmayacağına dair sözünü veya bir konuda verdiği haberin doğruluğunu Allah’ın adını veya bir sıfatını anarak güçlendirmesini ifade eder. Kefâret (keffâret) ise “örtücü, gizleyici” anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak kefâret, kişinin dinen yapılmaması gereken bazı işleri yapması sebebiyle Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmak amacıyla yerine getirdiği, hem ibadet hem dinî ceza özelliği taşıyan bir onarma eylemini ifade eder.
 
Kişinin dinî hayatının yanı sıra yargılama hukukunda da bir ispat vasıtası olarak yeminin önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm de yeminin değeri ve sonuçları üzerinde önemle durulmuştur. Bunlardaki ana fikir şudur: Allah’ın adı kötü işlere vasıta kılınmamalıdır. Kasıtsız yapılan yeminlerden ötürü sorumluluk yoktur; kasıtlı olarak yapılan yeminlerde dinin yasakladığı bir iş söz konusu ise bozulmalı, böyle değilse yeminlere sadakat esas olmalı ve –hangi sebeple olursa olsun– yeminin bozulması halinde bağışlanmaya vesile olması için belirli bir kefâret ödenmelidir (yemin çeşitleri hakkında bilgi için bk. Bakara 2/224-225; Buhârî, “Eymân”, 1-33; “Keffârâtü’l-eymân”, 1-10; Müslim, “Eymân”, 1-59).
 
Kur’an’ın yemine çok önem vermiş olması, İslâm bilginlerini de bu konu üzerinde titizlikle durmaya sevketmiş, fakat zamanla bu ve benzeri meselelerdeki aşırı varsayımcı yaklaşımlar değişik hile yollarına sapma sonucunu doğurmuş, gerek teori düzeyinde gerekse pratik hayatta dinimizin amaçlarıyla asla bağdaşmayan düşünce ve eylemler dinin bir parçası gibi görülür hale gelmiştir. Oysa toplumu dinî konularda aydınlatmakla yükümlü olan kişiler şu hususları vurgulayarak insanları bilgilendirirlerse bu olumsuzluklar asgari düzeye indirilebilir:
 
a)Yemin çok ciddi bir beyandır; kasıtsız olarak yapılan yeminlerden ötürü Allah katında sorumluluk yoksa da bu konudaki yersiz ağız alışkanlığı yeminin ciddiyetini zedeler, şu halde olur olmaz durumlarda yemin sözcüklerini telaffuz etmekten kaçınılmalıdır.
 
b) Yalan yere yemin etmenin sorumluluğu çok ağırdır (İmam Şâfiî’ye göre bu tür yemin için de kefaret ödenmelidir).
 
c) Bir işi yapıp yapmamakla ilgili olarak yemin edilmişse, buna olabildiğince sadakat gösterilmeli, fakat bundan dinin onaylamadığı bir sonuç doğuyorsa yemin bozulmalıdır.
 
d) Bozulan yeminden ötürü bu âyette açıklandığı biçimde kefâret ödenmelidir.
 
e) Yemin ifadelerinden lafızcı yorumlarla zorlanmış sonuçlar çıkarmaya çalışılmamalı, bu konuda niyetin esas olduğuna dikkat edilmelidir.
 
Ayette “Bunun da kefâreti ailenize yedirdiğinizin ortalama seviyesinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç tutmalıdır” buyurularak yemini bozmanın kefâreti iki ihtimale göre düzenlenmiştir.
 
Birinci ihtimal belirli bir maddî güce sahip olanlarla ilgili olup burada fıkıh usulü bilginlerinin “muhayyer vâcip” adını verdikleri bir görev türü söz konusudur. İslâm’da yapılması zorunlu olan görevler (vâcip, farz) genellikle tek tip olarak belirlenmiş olup buna da “muayyen vâcip” denir. Fakat muhtemelen, insan idare ve eğitiminde determinist bir anlayışın hâkim kılınmaması ve göreve muhatap olan çevredeki düzeni ihlâl etmeyen durumlarda yükümlüye seçim imkânı verilmesi gerektiğine dikkat çekilmek üzere, dinen yapılması zorunlu bazı işlerde bile yükümlüye seçim hakkı tanınmıştır. Burada bu tür bir görev örneği yer almaktadır:
 
Maddî imkâna sahip olan yükümlü, on fakiri doyurma, on fakiri giydirme, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturma seçeneklerinden birini yerine getirerek görevini yapmış sayılacaktır. Kişi bu görevini fakirleri doyurmak suretiyle yerine getirmek isterse, İmam Mâlik ve İmam Şâfiî’ye göre, doyurulacak fakirlerin on kişiden az olmaması, ayrıca bunların hür ve müslüman olmaları gerekir; Ebû Hanîfe’ye göre ise bir fakirin on gün sabah akşam doyurulmasıyla da ödev yerine getirilmiş olur, ayrıca bunların hür ve müslüman olmaları da şart değildir.
 
Âyette geçen evsat kelimesini “en iyisi” şeklinde anlayanlar olmuşsa da genel kanaat bunun “ortalama seviye” anlamında olduğu yönündedir. Buna göre kefârette, kısıntılı harcama yapılan zamanların ya da bayram vb. özel günlerin değil normal günlerin harcamaları esas alınacaktır. Âyette verilen ölçü Hz. Peygamber’in ve sahâbenin uygulamaları ışığında değerlendirilerek yemek ve giysinin kalitesi ve miktarı hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır. Bunlarda hâkim olan ortak düşünceyi şöyle ifade etmek mümkündür:
 
Miktar ve kalite, kefâreti ödeyecek olanın ekonomik düzeyine ve ailesi için yaptığı harcamaların orta derecesine göre toplumun o günkü hayat standartları dikkate alınarak belirlenmelidir. Buna göre, fakirleri doyurma seçeneğini esas alarak nakit ödeme yapmak isteyen bir kimse, yalnız yaşıyorsa kendisinin bir aylık gıda masrafını otuza böldüğünde çıkan miktarı, aile ortamında yaşıyorsa ailenin bir aylık gıda masrafını otuz güne, bunu da aile bireylerinin sayısına böldüğünde çıkan miktarı on ile çarpar; bu meblağı on fakire kefâret niyetiyle dağıtır. Ebû Hanîfe’nin yukarıda açıklanan görüşü doğrultusunda bu meblağın bir veya birkaç fakire verilmesi de mümkündür.
 
Yemin kefareti görevinin ifasında ikinci ihtimal yükümlünün daha önce sayılan seçeneklerden hiçbirine güç yetirememesidir, bu durumda tek tip bir görevle (muayyen vacip) karşı karşıyadır: Üç gün oruç tutma. Hanefî ve Hanbelîler’e göre bu orucun ardarda olması gerekir; Mâlikî ve Şâfiîler’e göre ise aralıklı olarak tutulması da mümkündür.
 
Doğrusunu ALLAH Daha İyi Bilir.
 
EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULUHU.
 
RABBİ ZİDNİ İLMEN VE İMANEN VE ELHIKNİ BİSSALİHİN.

 
  • 0 Oy - 0 Ortalama
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi
Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar):
 1 Ziyaretçi